Bir tarafta mutluluğun, umudun tanımını dahi bilmeyen kaderci cehalet, diğer yanda sahip oldukları her şeyi bu cehalete borçlu olan pazarlamacılar, tacirler; bir tarafta pembe hapları yutup, hayata tozpembe bakanlar, diğer yanda mutluluğu Uzakdoğu mutfağında arayanlar. Bir taraf huzuru farzlarda buluyor, bir taraf ise beşeri hazlarda. Bir taraf dogmatik mutlu, bir taraf doğuştan mutsuz. Bir taraf ne aradığını bilmiyor, bir taraf aramıyor bile. Ancak hepsinin de aradığı hep daha fazlası; kişisel menfaat! O yüzden, insan ister dinci olsun, ister Budist; ister fakir olsun, ister hakir; ister CEO olsun, ister NEO fark etmez, hep daha fazlasını, çıkarına olanı, müşkülpesent bir bencillikle ister. Bu dünyayı da, öbürünü de paylaşamamalarının sebebi hep bu düşkünlüktür. Bu sebepten fötr şapka takanla, takke giyen arasında; kara çarşaf kuşananla, kırmızı jartiyer giyen arasında beklentiler açısından hiçbir farklılık yoktur. Farklılık bunu sadece gösterme biçimindedir. Şekildedir. Eşyanın şekli değişse de, tabiatı aynıdır. Zira hayatımız şekilcilikten ibarettir. Çevrilen makaraların, gönderilen Bakaraların arkasındaki zihniyet aynıdır. Biri din-dinayet uğruna, öteki para-kariyer uğruna her şeyi kendince mübah görür. İnsanın olduğu yerde yalan ve aldatmaca vardır. Bazen alışılmışın dışında bir kılıf gerekir; şöyle ambalajı güzel bir kılıf: Pollyannacılık gibi. Umut ve mutluluk kılıfı gibi. Bu kılıfların pazarı çok büyüktür ve pazarlamacıları kılıktan kılığa girmesini iyi bilirler. Menfaatleri ne yana dönmeyi gerektiriyorsa oraya anında dönerler. Ve her daim suratlarında o müstehzi gülümseme, mutluluk pozları eksik olmaz.
“Ah be dünya! Sen dönüyorsun, onu anladık da, bu insanlar senden daha hızlı dönüyorlar. Hem de ortada hiçbir yörünge yokken…” (Can Yücel)
Pollyanna Sendromunun yanı sıra bir de ‘Cassandra Sendromu’ vardır. Cassandra Sendromu, Pollyanna Sendromunun tam zıttı kabul edilir.Cassandra Sendromu mitolojideki rahibe olmak isteyen genç ve güzel bir kız ile Tanrı Apollon arasında geçen bir hikâyeye dayanır.Literatürde geleceğe dair başkalarını uyarmasına ve doğruları söylemesine rağmen kimseyi kendine inandıramama durumuna Cassandra Sendromu adı verilmiştir.Cassandra’lar aslında Pollyanna’ların da iyiliği için olanları ortaya koyup, olabilecekleri göstermeye çabalıyor sürekli. Ama gerçekleri Pollyanna’ların gözüne soksalar da, Pollyanna o pembe gözlükler yüzünden gerçekleri göremiyor bir türlü. Cassandra’larsırf kendileri için istemiyorlar daha iyi bir dünyada yaşamayı. Dünya daha iyi olsun, hepimiz daha iyi yaşayalım derdindeler.Dünyayı daha iyi, daha pembe görmek değil de dünyayı daha iyi, daha yaşanası kılmak için çaba sarfetsek daha iyi olmaz mı?
Her insan, bilgi ve emekten bağımsız olarak, hayata beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerin toplamıdır. Bu toplamın sonucu çıkarlarına eşittir. Hesap bellidir. Mutluluğu çıkarlarında, umudu gaipte arar. Ancak asla gerçek mutluluğu tadamaz. Çünkü ona göre mutluluk; var olan her şey için duyulan şükür, zorluklarda sabır ve her nefes için sevinç duymaktır.Bu kendini kandırmaktan başka bir şey değildir.Büyük bilim insanı Einstein’a göre mutluluk; gerçeklik – beklenti’dir. Gerçekler son derece acıdır ve beklentiler kişiseldir. Mutluluk gerçekte bir kurgudur ve bir vaat olarak insana sunulan bu kurgunun, insanı gerçekte mutlu etmediği de bir gerçektir. Çünkü insanlar, kendilerini neyin mutlu edeceğine karar verme konusunda özgür değillerdir.Hayatımızı kontrol eden olgular ve hayatın içinde bize doğru bildiğimiz ancak yanlış olan mutluluk tanımlamaları bizi mutlu etmekten çok, mutluluğun ortaya çıkmasını engelliyor.
Mutluluk, sevgi ve şefkat ilişkileri içinde yaşanan bir duygu. Daha çok para sahibi olmak, daha iyi bir hayat yaşamak mutlu olmak anlamına gelmiyor.Paranın mutluluk getirmeyeceği düşüncesi, “Easterlin Paradoksu” olarak bilinir. Easterlin, gelirle mutluluğun hiçbir ilişkisinin olmadığını saptadı. 1970’lerin başında Amerika, Japonya ve İngiltere’de yaptığı araştırmalara göre, ailelerin geliri artınca mutluluk seviyeleri artmıyordu. Son yıllarda Amerika’da Gallup tarafından yapılan araştırmalar da bu olguyu kanıtladı. Esas olan “geçinecek kadar bir gelire” sahip olmaktı, bunun üzerine çıkılınca mutluluk artmıyordu.
Sonuçta hepimiz de, gerçek mutlu ve muktedir olan çok küçük bir azınlığın, büyük hesapları içinde ihmal edilen, noktadan sonraki bol sıfırlı küsuratlarız. Kusurlarımız ise kabahatlerimizden büyük. Bu bakımdan, insanlığın bugün yaşadığı olsa olsa ‘Stockholm Sendromu’dur. Bir insanın kendisini zora sokan, üzen koşulları kabullenmesi, benimsemesi hatta savunması, sıkıntıya sokan koşulları oluşturan nedenleri görmemesi, ezilmesine rağmen ezenin yanında yer alması olarak da tanımlanabilen Stockholm Sendromu; rehinelerin, kendilerini esir alanların duygularını anlama durumuna gelmeleri ve daha sonrasında suçlulara yardımcı olmaya çalışmaları ve sonunda özdeşim kurmaları halidir. Bizim toplumuz da, diğerleri gibi cellatlarına aşık bir toplumdur.
SEVENLERİNİ YASA BOĞDU