Öğle Vakti a 12:58
Zonguldak AÇIK
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
blank
blank

İSTATİSTİKLER YALAN SÖYLEMEZ

İSTATİSTİKLER YALAN SÖYLEMEZ
blank
0

BEĞENDİM

ABONE OL

TÜİK 2018 verilerine göre; Türkiye’de 2018 yılında 55 bin kitap basılmış. Bu rakam size büyük gelmesin zira dünya sıralamasında sonlardayız. Raporlar, kitap okumaya günde sadece 1 dakika ayırdığımızı gösteriyor. Ancak internete ise günde en az 3 saat, televizyona da 6 saat ayırıyoruz. Hele telefonda günde ortalama 7,5 saat konuşuyoruz.

‘Senede 1 kitap’ alıp, onu da ‘günde sadece 1 dakika’ okuyan bir toplumuz. Ses Sanatçısı Semiha YANKI’nın 1975 yılında ülkemizi temsilen katıldığı Eurovision Şarkı Yarışması’nda söylediği şarkının ismidir, ‘Seninle 1 Dakika’. Şarkının devamında, “Seninle bir dakika, umutlandırıyor beni…” der. Ancak gerçekler aklı, zekası olanı hiç umutlandırmıyor. Zira yarışmanın oylamasının sonunda Türkiye, 19 ülkenin katıldığı finalde en az puanı alarak son sırada kalmıştı. Türkiye, istatistiklerinde hep sonlarında yer alıyor.

Dünyada en fazla kitap okuyan ülkelerin başında %21 ile Fransa ve İngiltere geliyor. Türkiye ise, binde bir(%0,1) kitap okuma oranıyla 86. sırada yer alıyor. DESAM’ın 2018’de yayınladığı, ‘Türk Halkının Kitapla İmtihanı’ adlı araştırma raporuna göre; Türkiye’de kitap okuyanların %45’i aşk(Hikâye, Roman), %43’ü din(Namaz Hocası, Dua Kitapları vs.), %12’si masal, fıkra, kişisel gelişim ve siyaset gibi ortaya karışık kitapları alıp okuyor. Yani her bin kişiden birinin aldığı kitapların türü de böyle müstesna eserlerden müteşekkil. Yani bir başka ifadeyle, Türkiye’de kitap okuyan çok küçük azınlığın %88’i aşk ve din kitapları okuyor.(Nedense her ikisini de doğru düzgün anlayıp yaşayamadığından olsa gerek.) Türk insanı kitaba yılda 5,5 TL ayırıyor. Rapora göre; ayda cep telefonu ve iletişim masraflarına ise Türk Halkı ortalama 173 TL harcıyor. Türkiye’de insanlar bırakın kitabı, gazete bile okumuyorlar. Zira Türkiye’deki gazete ve dergilerin tirajı son 5 yılda %40 azalmış durumda.Daha da kötüsü, çocuklara kitap hediye edilmesinde dünyada 140. sıradayız. Türkiye’nin ihtiyaç maddeleri sıralamasında kitap 235. sırada yer alıyor. Kitapla, okumayla hiç alakamızın olmadığı apaçık ortada.

Türkiye’de restoran ve hazır yemeğe harcanan hane bütçesi %6. Alkol ve sigaraya harcanan ise %4. Satın alma gücüne göre, Türkiye, en pahalı içki sıralamasında Avrupa 2.si. Bunların yanında, Türkiye’de eğitime harcanan hane bütçesi %2’dir. Eğitime, alkol ve sigara kadar bile önem vermeyen bir toplumuz.

65 OECD ülkesi arasında, eğitim kalitesi yönünden Türkiye; matematikte 44. sırada, okuduğunu anlama ve anlatmada 42. sırada, fen bilgisinde 43. sırada. OECD ülkeleri arasında, devletin eğitim kurumlarına öğrenci başına en az harcama yaptığı ülke Türkiye. Öte yandan, TÜİK’in güncel verileri, gençlerin %58,3’ünün almış olduğu eğitimden memnun olmadığını ortaya çıkarıyor.

“Psychological Science dergisinde yayımlanan araştırma, nezaket ve fedakârlık ne kadar yüceltilirse yüceltilsin, insanoğlunun en çok kendi çıkarlarının peşinden giderken mutlu olduğunu gösterdi.”

İşsizliğin had safhada olduğu, bir iş sahibi olanların da haftada 50 saatten fazla çalıştığı ülkemizde bir de ekonomik durumuna bakalım.

1985 yılında Kore, dünya ekonomisinin %0,9’unu oluştururken, Türkiye ise aynı tarihlerde %1’ini oluşturuyordu. 2012 yılına gelindiğinde, Kore dünya ekonomisini %1,9’una ulaşırken, Türkiye ise %1,35’ine çıkabildi. Başta PwC öngörüleri olmak üzere; Dünya Bankası, IMF, Goldman Sachs gibi uluslararası finans kuruluşlarının hiçbiri de, Türkiye’yi 2050 yılında dünyanın ilk 10 ekonomisi arasında göstermiyor.

1990 yılında Çin 4,3 milyar dolar, Kore 10,9 milyar dolar, Türkiye ise 0,1 milyar dolar ‘Yüksek Teknolojili Ürün’ ihracı yapmaktaydı. 2012 yılı itibariyle; Çin 457 milyar dolar, Kore 122 milyar dolar, Türkiye ise 1,9 milyar dolar ‘Yüksek Teknolojili Ürün’ ihracatı yapmaktaydı.

Yapılan bir diğer araştırmaya göre, 2050 yılında sadece yüksek teknolojili ürün üretebilen ülkeler ayakta kalabilecektir. Türkiye, bu klasmanda da ne yazık ki sondan 2. sıradadır. Yani kuvvetle muhtemeldir ki, 2050 yılında da, şu an olduğu gibi her alanda dışa bağımlı, ekonomisi borç harç içinde, çökmüş bir ülke olmaya devam edeceğiz. Ülkeyi yönetenler işkembeden atmaya, yönetilenler de atılanları işkembeden sindirmeye bakalım daha ne kadar devam edecekler.

Mesela; çimentonun kilosu yaklaşık 14 kuruş, bilgisayarınki de yaklaşık 860 lira. 5.6 ton buğday satıp, 1 kilo uçak yedek parçası zor satın alabiliyoruz. 3.4 ton domates satıp, 7 kilo domates tohumu alabiliyoruz. Yani tarımı hiç ettikleri ülkemizde, ülkenin tüm yüzölçümünü tarıma açsak dahi üretilecek olan tohumun maliyetini karşılamıyor. Enerjiyi çıkardığımız takdirde, dış ticaret açığımızın %98’i ileri teknolojik ürünlerden kaynaklanıyor. Her yıl 432 ton demir satıp, sadece 1 ton ilaç alabiliyoruz. 582 tır un satıp, sadece 1 tır ilaç alabiliyoruz. 2088 tır krom cevheri satıp, sadece 1 tır aşı alabiliyoruz. 25 tır mermer satıp, sadece 1 adet tomografi cihazı alabiliyoruz. 2612 tır çimento satıp, sadece 1 tır bilgisayar alabiliyoruz. Tonla yeraltı ve yerüstü kaynağımızı satıp, karşılığında bir avuç işlenmiş ürün alıyoruz. Yani bir taraftan kaynaklarımızı oluk oluk tüketirken, diğer yandan kaşıkla alıyoruz. Üstüne üstlük tonla borçlanıyoruz. Çok yazık!